Site icon Rehber Leo

Büyük Endonezya Gezisi

Son 2 senedir kafamda planladığım bir Asya seyahati vardı. İlk zamanlarda Tayland olarak kafamda kursam da Endonezya kültürünü tanıdıkça benim için daha da önemli hale gelmeye başladı. İşlerin yoğun geçmesinden dolayı da sürekli ertelemiştim aslında. Çünkü uzak bir ülkeye seyahat planlıyorsanız öyle 3-5 gün kalıp dönülecek bir plan olmamalı bu. Bu yüzden gitmişken 1 ay kalmayı ve gezilebilecek kadar gezmeyi planlıyordum. E haliyle bana 1 ay lazım olunca o boşluğu kolay kolay bulamadım.

Baktım olmuyor. Bıraktım işi gücü, ben gidiyorum aga dedim. Kimse de dur kardeşim yapma etme, nereye gidiyorsun demedi. Ağustos 2016 için Etihad’dan biletimi aldım ve macera başladı. Abu Dhabi aktarmalı uçuş biraz uzun sürse de Endonezya yerel saatine göre 15:00’te uçak alçalmaya başladı. Havalimanına iner inmez internet bulmak paha biçilemezdi.

Jakarta’ya iniş…

Daha önceden tecrübeli olduğumdan internete bağlanınca hemen “Uber” uygulamasını açıp taksi çağırdım. Özellikle de şehir içinde uzak noktalara gidiyorsanız bu uygulama sayesinde çok daha uygun fiyatla taksi (özel araç) bulabiliyorsunuz.

Airbnb.com‘dan kiraladığım evin adresini taksiciye verdikten sonra araçta uyudum! Evet bildiğiniz vurdum kafayı yattım. Çünkü Jakarta’da trafik felakat ve en az 2 saatte şehir merkezine gelebiliyoruz. En güzel çözüm uyumak. Çare uyumakta!

Evin (aslında rezidansın) girişinde ev sahibim olan şirin bir teyze beni karşıladı ve evin içindekileri (çöpü dökeceğim yeri bile) gösterdikten sonra ayrıldı. Ben de balkona çıkıp yukarda gördüğünüz fotoğrafı çektim. Sonra “vaaay beeaa” dedim. Adamlar gökdelenlerin arasına orman yapmışlar hatta nehir bile var. Ama tabi Endonezya oldukça yeşil ve yaklaşık 13000 adadan oluşan kocaman bi ülke. Biz yeşil gördük mü seviniyoz tabi ama onlar için çok normal.

Kiraladığım evin balkonundan manzara…

Jakarta’da yaklaşık 13 gün kaldım. Diğer şehirleri ve adaları da gezdim elbette ama onları daha sonraki yazılarda göreceksiniz. (Bkz. Yogyakarta, Gili Adaları, Sumatra, Raja Ampat) Marketten alışveriş yapıp evde Türk yemekleri yapmaya karar vermiştim. Ama 3 gün sonra Endonezya mutfağı beni kendine aşık etti. Zaten yurtdışında olup da illa Türk yemeği olsun diye uğraşmak garip olurdu.

İlk gün akşam kendimi yorgun hissetsem de dostum Harryanto ile buluştum. Önce birer Sumatra Kahvesi içtik. Buraların meşhur kahvesi “Luwak“tan daha sonra bahsederim. Sonrasında da yemeğe gittik.

Asya’da bir sürü börtü böcük filan yiyeceğini filan düşünenler kaldıysa hala (!) öyle bişey yok! Valla yok! Çin, Japon, İtalyan, Meksika mutfağı ne ararsan burada! Biz Harry ile japon mutfağı denedik ve bilin bakalım ne yedik? Evet Udon ve yanında Yeşil Çay! Tüm zamanların en iyisi diyemem ama ilk gün akşamı için lezzetli bir seçim oldu (tamam tamam yeşil çayı sevmedim hacı).

Büyük Üstad Harry (Tjung)

Sonraki günlerde hep arkadaş ziyaretleri ve hep bi yerlere gitmeler devam etti. Ne kadar çok şey görürsem o kadar iyi mantığıyla her yere koşturdum durdum. Biraz fotoroman tadında olacak ama bu bölümü böyle geçelim!

Jakarta’nın kuzeyinde kalan Ancol bölgesine gittk. Deniz ürünleri restoranı efsaneydi!
Ancol Sea World akvaryumunda deniz canlılarını inceledik!
Dufan yani Dunia Fantasia isimli eğlence parkındaki oyuncaklara bindik (Ben bindim onlar oturdular 😊).
Oraya kadar gitmişken uzun zamandır görmediğim kankilerimle “reunion” yaptık! (Harry‘i tanıdınız dimi?)
Yine Jakarta’nın dışında bir yer. Bogor Garden‘da piknik yaptık!

Yani bir başkentte ne yapılırsa onları yaptım. Ha diyceksiniz ki be adam sen ki bir turist rehberisin hiç mi müze gezmedin, hiç mi tarihi bir yerlerde takılmadın? Elbette gittim, müzelerini ve tarihi yerlerini gezdim. Ama sıkılmayın diye onu başka yazılarda anlattım. (Bkz. Jakarta’da Kaybolmak, Endonezya Sokak Lezzetleri) Jakarta’dan sonra trenle Yogyakarta’ya gittim. Orada neler mi oldu? Asıl macera o zaman başladı. Çünkü yanıma sadece sırt çantamı ve hayallerimi almıştım.

Hazırsanız başlıyoruz!

Yogyakarta aslında Endonezya’nın eski başkenti. Jawa adasının tam da ortasında bulunan bu şehir tarihi ve kültürel değerleriyle görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Artık sizin de kankiniz olan Harryanto harika bir program hazırladı ve önümüzdeki 3 gün Yogyakarta’yı ve Endonezya kültürünü keşfe hazırız. Adam ciddi ciddi not bile almış. Hatta nolur nolmaz diyerek A ve B planı şeklinde önlemler bile almış (Benim napcam belli olmaz çünkü). Yani sonuçta “profesyonel gezi” buna deniyor gençler!

Trenden inip de şehre giriş yapmak için gardan çıkınca önünüze upuzun bir cadde çıkıyor. 

Malioboro Caddesi

Burası Malioboro caddesi. Söylediklerine göre o meşhur sigara markasının reklamı varmış bu caddede ilk zamanlar ve ismini de oradan almış (Siz hangisi olduğunu anladınız zaten). Bu cadde turistik bir yer. Cadde üzerinde ilerledikçe faytonlar, sepetli bisikletler sizi bi yerlere götürmek istiyor. Sağlı sollu oteller var burada ve taa eski kent meydanına (pazara) uzanan bir cadde. 

Bizim otelimiz yürüyüş mesafesinde olduğundan (Harry öyle ayarlamış) 5dk. sonra odamıza yerleşip kısa bir dinlenmenin ardından ilk durağımıza doğru yola çıkıyoruz!

Borobudur Tapınağı

Borobudur tapınağı! Antik Mataram krallığı döneminde 8. yy’da Budizmin temelleri atılırken yapılmış çok önemli bir yapı ve bu öneminden dolayı 1991 yılında Unesco Dünya Mirası listesine girmiş. 

Borobudur Tapınağı Giriş

Dünyanın tek parça halindeki en büyük Budist yapısı olan Borobudur, Budist inançlarına göre 3 ayrı kattan oluşuyor ve ziyaretçiler bu katları sırayla geziyorlar. Zemin ya da ilk katın ismi Kāmadhātu (arzular dünyası), ikinci kat Rupadhatu (şekiller dünyası) ve son kat Arupadhatu (ruhlar dünyası). İlk katta insan olduğunuzu ve arzularınızın sizi kontrol ettiğini görüyorsunuz. Yukarıya çıkınca duvarlardaki rölyeflerde farklı şekillerde tasvir edilmiş Buda’nın hayatına dair sahneleri görüyorsunuz. Son kata çıktığınız zaman Stupa*‘ların içlerinde oturan 72 tane Buda heykeli görüyorsunuz. 

*Stupa: Buda’ya ait kalıntıların (heykel de olabilir) saklandığı yapılar.

Son kata çıktığınızda Stupa’nın üstüne tırmanmadan içerdeki Buda heykelinin alnına dokunabilirseniz, hayatta istediğiniz şeyler gerçekleşir diyorlar. E tabi benim boyum biraz uzun olunca bunu yapmak için zorlanmadım. Ama sakın illa dokunucam diye oralara tırmanmayın görevliler fena bozuluyo bu işe!

Tapınağı ziyaret edip, 3 bölümü de bitirip aydınlandıktan sonra çıkışa doğru ilerliyoruz. Çıkışta müze bölümü de mevcut ve gezmeden ayrılmak olmaz.Burada çeşitli eserlerin sergilerinin yanı sıra en dikkat çeken şey bu küçük minnak Buda heykeli. Endonezya’daki en küçük Buda heykelini görmek için önüne büyüteç koymuşlar yoksa aşırı küçük!

Endonezya’daki en küçük Budha heykeli (büyüteçle bile bu kadar görünüyor)

Müzeyi de gezip yeniden yola koyuluyoruz. Sevgili dostum Harryanto‘nun planına sadık kalmak için öğle yemeğini yolda alıyoruz. Sıradaki durak Merapi Volkanı!

Merapi Volkanı

Belli bir yere kadar arabayla geliyoruz ama sonrasında 4×4 araçlarla dağa tırmanıyoruz. Bu volkanik dağ en son 5 Kasım 2010‘da patlamış ve dağın eteklerinde kurulmuş olan köyde ağır hasarlar yaratmış. Neyseki volkanik hareketler önceden tahmin edildiği için köyde yaşayan insanlar tahliye edilmiş.

Bir çoğu eşyalarını almaya bile vakit bulamayan insanlar, ardında evlerini hatta hayvanlarını bırakmak zorunda kalmış ve terki diyar etmişler. Ardında bıraktıkları (neredeyse) her şey sıcaklıktan erimiş, yok olmuş.

Bu köy ziyaretinde hüzünlü anılar yaşayıp duygulandık. Ben çok pis gaza gelip bizim 4×4 aracı çevirdim “zirveye sür gardaş” dedim. Son gaz gidiyoruz ama nasıl böyle savaşa gider gibi. Sonra nolduysa bi hava bulutlandı bi sis çöktü bişeyler oldu zirve yolu kapandı.

Araç daha fazla yol alamadı. Ben geçtim dağın karşısına ve dedim ki “Merapi, sen mi büyüksün yoksa ben mi?”  Tabi çok dikkate almadı bu meydan okumamı. Ben de üstelemedim açıkçası. Dostça ayrıldık, indik aşağıya.

Böylece ilk günümüzü plan program dahilinde bitirmiş olduk. Ben gece kulübe mi gitsek diye Harry’i zorladım ama ertesi gün daha sağlam program var filan diyip beni uyumaya ikna etti.

İkinci Gün Tam Gaz Devam!

İkinci günümüz gerçekten de daha yoğun geçti. Öncelikle şehir merkezinde bize daha yakın olan müzeleri gezip, ardından yine bi şehir dışı tapınak yolculuğu ve müthiş bir dans gösterisi izlemeyi planladık veee düştük yollara!

Keraton (Eski Saray)

Sarayın giriş kapısı…

Keraton Surakarta, şehirdeki saray. Endonezya bölgelere göre yönetildiği için Java adasının bu bölgesinin kralı olan zat-ı muhterem bu sarayda yaşıyormuş. Tabiki şimdileri burası bi müze olsa da hala burada ikamet ettiğini söylemeliyim. Müze girişi ücretinin dışında bir de sembolik olarak sizden fotoğraf çekmeniz için izin parası alıyorlar ki gerçekten 15-20 kuruşa filan denk geliyor. Burayı foto çekmeden gezmek olmaz dimi? Böylece bu belgeyi de satın alıyoruz ve fotoğraf çekmek mümkün hale geliyor. Ama Batik Müzesi hariç! Neden diyecek olursanız Batik Endonezya’nın sanatı, kültürü, her şeyi! Batik çoğunlukla kadınların ellerinde dokudukları, özel motiflerle bezenmiş kumaşlar. Bunlardan genelde elbise, gömlek ve örtü gibi şeyler yapıyorlar. Çok büyük bir sanat bence! Bu nedenle o motiflerin bir tanesinin bile kopyalanmış halini görmek istemiyorlar. Anlaşılır bir durum aslında.

Kapılardan geçerken bazı yerel giysili amcalar dikkatimi çekiyor, biraz yaklaşınca anlıyorum ki; bu amcalar sarayın ve tabikisi de kralın korumaları. Ve inanılmaz gelebilir ama kesinlikle maaş almıyorlarmış. Onlar için krallarına hizmet etmek zaten onur verici bir iş. Dolayısıyla hiçbir karşılık beklemeden gönüllü olarak koruma olmuşlar ve ölene (yaşlanıp tükenene) kadar hizmete devam ediyorlar.

Sarayın emektar korumaları (amcalar) ve ben. Ortadaki ben!

Beni de korurmusunuz dedim. Ayıp ettin hacı dediler. Her ne kadar benim fiziksel olarak onları cılız gibi gösteren iriliğim olsa da buna aldanmayın! Sırtlarında bellerine taktıkları tırpana benzer küçük bir hançer taşıyorlar ve gerektiğinde 10 kaplan yırtıcılığında onu kullanıyorlar.

Sarayda artık güvende olduğumu öğrendim ve rahat rahat gezmeye devam ettim. Görülecek ve öğrenilecek çok şey var. O yüzden sarayı size özel bir rehber eşliğinde geziyorsunuz ve rehberiniz size tüm bilgileri veriyor.

Bu bayan bizim saraydaki rehberimiz! Çok nazik ve bir o kadar da bilgili birisiydi ve ne sorduysak eksiksiz bir şekilde anlattı. Arkamızda duvarda asılı olan şey bir logo. Salatanat imzası da diyebiliriz (Osmanlı Tuğrası gibi), her iki tarafta Garuda (Zümrüt-ü Anka kuşu) kuşunun kanatları, ortada ise eski Java dilinde Sultan’ın ismi yazılı bulunuyor. Garuda’nın kanat sayıları ise Sultan’ın hanedandaki sayısını sembolize ediyor.

Tatlı ve tonton rehberimle

Şansımıza Sarayın avlusuna girince, yaklaşmakta olan bağımsızlık günü töreni için (17 Ağustos) prova yapan teyzelerin konserine denk geldik. Oldukça hoş ve dinlendirici bir tınıda müzik yapıyorlardı. Rehberimiz tören gününde dansçıların da onlara eşlik edeceğini söyledi.

Sarayın muhtelif bölümlerini (Sultan’ın dinlendiği yer hariç) rehberimizle gezmeye devam ediyoruz. Her odanın fotoğrafını ayrı ayrı paylaşamıyorum burada ama isterseniz instagram hesabımdan görebilirsiniz. Arkamdaki dinlenme alanı olarak düzenlenen balkon tarzındaki bir yapı. Fakat burada müthiş bir ayrıntı var. Hemen arkamdaki mask, iki yandaki ejderhalar ve maskın üstündeki taç ve sembollerin bir anlamı var. Taç 1, ejderha 8, mask 5 ve boşluktaki semboller 3 rakamına gönderme yapıyor yani 1853! (İşgalden kurtuluş yılı)

Arkamdaki odaların birinde Sultan dinleniyor. Acaba hangisi?

Kraton Sarayı’nı gezimizin ardından rehberimize teşekkür edip ayrılıyoruz. Endonezya’daki asıl kültürü tanımış olmaktan dolayı çok mutluyum. Hatta o kadar mutluydum ki uzunca bir zaman (15dk.) konuşamadım.

Daha sonra dostum Harry ile şehrin arka sokaklarını keşfe çıktık ve birkaç yer (Yazlık Saray, Yeraltı Camii) daha gezdik. Dolaşırken tesadüfen bu çok sevimli çifte denk geldik. Fotoğrafta gerçek batik giymiş olan çiftimiz yeni evlenmiş ve düğün törenine gidiyorlardı. Kızlar saçlarını arkada topluyor, erkekler ise genelde Sultanların taktığı yine batikten yapılma bir başlık takıyorlar. Batikteki motiflerin ve renklerin aynı olması onların bir çift olduklarını ve uyumlu bir şekilde yaşayacaklarını gösteriyor. İlk tebrik eden ben olunca bi fotoğraf için de hak kazanmış oldum. Yuppi!

Şehir merkezini dolaştıktan sonra yolda meşhur “Soto Kadipiro” ya uğrayıp keçi çorbası içiyoruz. Evet yanlış görmediniz keçi çorbası. Keçi eti yediniz mi bilemem ama ben çorbasını ilk defa yedim ve enfesti diyebilirim. Şu cümleyi yazarken bile ağzım sulanıyor. Buraların en meşhur yemeği ve restoranı! Şaka değil kapıda bildiğin feribot kuyruğu gibi araba kuyruğu vardı! Bu tarz yemeli içmeli şeyleri de görelim diyenler için Yeme-İçme bölümünde bişeyler yazıyorum.

Prambanan Tapınapı ve Dans Gösterisi

Yemekten sonraki durağımız ise Prambanan Tapınağı oluyor. Eğer buraya kadar yazıyı başından beri okuduysanız Borobudur Tapınağını hatırlarsınız. O Budist tapınağıydı Prambanan ise Hinduizm tapınağı.

Hinduizmde “Trimurti” olarak bilinen kutsal üçlemeye adanmış bir tapınak burası. Bu kutsal üçleme sırasıyla; Brahma (Yaratıcı Tanrı), Vishnu (Koruyucu) ve Shiva (Yokedici) olarak biliniyor. Şimdilik bunları bilmeniz yeterli detay isteyenler özelden mesaj atsın!

Prambanan tapınağı önünde…

Bu güzelim tapınak veya tapınaklar, 9. yy’da yapılmış. Şuanda UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan tapınak aynı zamanda Endonezya’da ve Güneydoğu Asya’dak en büyük Hindu tapınağı durumundadır. Merkezi binanın yüksekliği 47 metreyi buluyor ve etrafında onu çevreleyen diğer küçük tapınaklar bulunuyor.

930 yılında bilinmeyen bir nedenle (Merapi Volkanı diye tahmin ediliyor) bölge terkedilmiş ve bir daha kullanılmamış. 16. yy’da bir deprem sonucu büyük hasar görmüş ve daha sonraki yıllarda bölgelerin arasındaki savaşlarda nehirlerce taşınan tapınağa ait taşların büyük bölümü sınırları belirlemek için kullanılmış. Ancak 1811’de bölge yeniden keşfedilmiş ve 1880’de ilk kazılar yapılmaya başlanmış. 1990 yılında ise burası arkeolojik sit alanı ilan edilmiş ve şimdiki hükümet tarafından korunmaya alınmış.

Tapınak gezimizin ardından buraya asıl geliş amacımız olan Ramayana Ballet Show yani Ramayana dans gösterisini izlemek üzere yerimizi alıyoruz. Aşağıdaki fotoğrafta soldan sağa; Rama (Tanrı Vishnu’nun 7. avatarı), Sita (Tanrıça Lakshmi’nin avatarı), Hanuman (Beyaz maymun) ve Leo (alalade gezgin) görülmektedir.

Dansçılarımızla bir hatıra…

Bu gösteri aslında Mayıs ve Ekim ayları arasınsa görüşen 4 dolunay zamanında yaşanan olayları anlatıyor. İtiraf etmeliyim ki hikayeyi baştan sonra izledikten sonra hayranlığımı gizleyemedim ve uzunca süre ayakta alkışladım. Ayrıca Hanuman en sevdiğim karakterlerden birisi oldu.

Şimdi sizleri fonda Prambanan tapınağını gördüğümüz bu güzel gösterinin görüntüleriyle başbaşa bırakıyorum. Başka gezilerde görüşesi!

Exit mobile version