İstanbul’a ilk geldiğim yıllar adını duysam; “heaa fenerbahçe’nin kurulduğu yer di mi ora” diye tamamen sallayacağım, varlığından, güzelliğinden hatta içindeki hikayelerinden bi haber olduğum ama gezdikçe gezesim gelen bir yer…
Meslek dolayısıyla Fener & Balat & Ayvansaray bölgesine de turlar yapıyorum ama ne yalan söylim yalnız gezmek daha güzel geliyor bana. Sanki her bir sokağında beni çeken bişeyler buluyorum, kendi kendime mutlu oluyorum dolaşırken. Sonrasında işte dayanamadım ve bu mutluluğa sizleri de ortak edeyim istedim.
1- Merdivenli Yokuş
Zerrin Özer’in “merdivenli sokakta ayrıldık hatırlarsaaan” diye bi şarkısı vardı. Hep o gelir aklıma ama ayrılma kısmı değil bak şu kısmı; “hani dünya tatlısııı, bir düş kurardık heyecanlaaa….”
Buradayken içimden öyle şarkılar söylüyorum. Rengarenk evlerin yanından geçerken içinizden çocuk olup oralarda oynamak geçecek. Bence size de aynı duyguları yaşatacak güzellikteki bu yeri görmeden ölmeyin lütfen!
2- Sancaktar Yokuşu
Fener-Balat’ta en meşhur yokuşlardan birisi burası. Hemen hemen her dizide, filmde denk gelmişsinizdir buraya ama nerede olduğu pek bilmezsiniz. Kırmızı Mekteb diye bilinen Fener Rum Lisesine çıkar Sancaktar Yokuşu. Yokuşun hemen başındaki pembe bina, okula doğru çıkan bir gemi güvertesi gibi restarasyonunun bitmesini bekliyor. Yokuşu sol taraftan inerseniz Dimitri Cantemir’in evinin bahçesindeki Dimitri Cafe’ye, sağ taraftan aşağıya inerseniz de Cooklife’a çıkacaksınız. Çay molası vermek isteyenlere Dimitri Cafe’yi, kahve molası vermek isteyenlere Cooklife’ı tavsiye ederiz.
3- Özel Fener Rum Lisesi (Kırmızı Lise)
İlk defa görenlerin Kilise sandığı yapı, ihtişamlı görüntüsü ile Balat’ın üzerine konmuş bir kartal gibi, tüm manzaraya hakim. Özel Fener Rum Lisesi’nin mimarı aynı zamandan bu okuldan mezun olan Konstantinos Dimadis. Kubbesi üzerinde yazan kitabede de yapım yılı olarak 1881 rahatlıkla okunabiliyor. Sancaktar Yokuşu’ndan çıkanlar sadece ön kapıdan okulu görüp aslında çok şey kaçırıyorlar. Asıl manzara ve kubbenin güzelliği Tevkii Cafer Cami’nin avlusundan aşağıya doğru bakınca anlaşılıyor. Bizim grubumuzun foto çektirdiği yer; evet burası!
4- Surp Hreşdagabed Ermeni Kilisesi
1635’e kadar terkedilmiş bir kilise olan ahşap yapı, Patrik I.Zakarya tarafından yaptırılan onarım sonrası Ermeni Kilisesi olarak kullanılmaya başlanmış. Balat yangını sonrası kül olmuş, günümüze kadar gelen kagir yapı ise 1835 tarihli. Kilisede 12 Eylül gecesi yapılan şifa ayinleri dilden dile dolanırmış, özellikle 90’larda çok popülermiş bu ayin. Ayinde kilisenin içindeki tüm sandalyeler, oturma düzenekleri kaldırılıp yerlere halılar serilirmiş. Her dinden, her ırktan insanlar o gece şifa bulmak için, halıların üzerinde sabahlar, dualar ederlermiş. O gece namaz kılmak isteyen Müslümanlara da seccade dağıtılırmış.
5- Balat Kapıları
Fotoğraf da gördüğünüz mavi kapı klasik Balat evi kapılarından. Bu kapıların genel özellikleri iki kanatlı olması ve her iki kanatta üstte üçgen alınlığın bulunmasıdır. Balat’ta önünde en çok fotoğraf çektirilen kapıdır burası. Gelin – Damat fotoğrafları içinse özellikle haftasonları, ilk durak.
6- Maraşlı Rum İlkokulu
Önünden geçerken farketmemek imkansız, antik bir tapınak gibi yükselen yapı aslında bir ilkokul. 1901 yılında Grigorios Maraşlı’nın bağışı ile inşa edilen okula, katkılarından dolayı Maraşlı adı verilmiş. Maraşlı İlkokulu’nun giriş kapısı yüksek kaideli yivli sütunları ile sanki buradan bağımsız gibi duruyor. Okulun sadece giriş kısmının bu kadar gösterişli olup yapının diğer bölümlerinin standart bir bina gibi yapılması plan dahilinde değilmiş. Rivayete göre Grigorios Maraşlı yaptırdığı okulun çok gösterişli olmasını istemiş, hatta bittiği zaman “Fener Rum Lisesi, bu okuldan sonra zikredilsin.” demiş. Ama bağışladığı paralar okulun inşasına yetmemiş, böylece sadece kapı kısmı gösterişli kalmış. Okulun hemen yanında Yıldırım Caddesi’ne kadar uzanan Fener Rum Patrikhanesi’nin duvarları başlıyor.
7- Moğolların Meryem’i Kilisesi
Fener Rum Lisesi’nden aşağı inerken Tevki Cafer Sokağı’nın tam köşesinde, halk arasında renginden dolayı Kanlı Kilise olarak bilinen Maria Muhliotissa (Moğolların Meryem’i) Kilisesi yer alır. Bizans döneminden günümüze kadar gelen yapının belki de en önemli özelliği hep kilise olarak kalan tek yapı olması. Yapılış tarihi hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte 10. yy’ın başları olduğu düşünülüyor. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Mimar Hristodulos’a verilen kilise 1633, 1640 ve 1729 yılındaki yangınlarda harap olmuş. Farklı onarımlar geçirmiş ve mimarisi de farklılaşmış. Kitabesinde 1731 yılında yeniden restore edildiği yazılı. Kilise isminde geçen Meryem ismi ise farklı bir Meryem’den gelir. Bizans İmparatoru Mihail Paleologos’un gayri meşru kızı Maria’dan. Biraz hüzünlü bir hikayedir aslında… 13.yy’da Moğollar İran sınırına kadar gelmiştir. Savaşın yaklaştığını hisseden İmparatorlar için ise müttefik olmak savaşmaktan daha akıllıca bir yoldur. Maria, Moğol hükümdarı Hülagu Han ile evlenmesi için Moğol Sarayı’na gönderilir. Ama yol çok uzundur ve Hülagu Han da yaşlanmıştır. Maria’nın geldiğini göremeden ölür. Maria’da Hülagu Han’ın oğlu Abaka Han ile evlendirilir. Birkaç yıl sonra Abaka Han kardeşi tarafından öldürülünce dul kalan Maria İstanbul’a geri döner. Ve bugünkü kilisenin yakınındaki manastıra yerleşir. Geri kalan hayatını burada huzur içinde geçirdiği söylenir.
Bonus: Fener & Balat Gezisi
Sizler de bu güzel tarihi semtleri keşfetmek, hikayelerine ortak olmak isterseniz; benim öncülüğümde düzenlenen turlardan birine katılabilir, hikayelerini bizlerin ağzından dinleyebilirsiniz. Tur sonunda ikram edilen çayın yanında güzel sohbetimizi de kaçırmayın derim!