Dünyanın dört bir yanında geçmiş farklı birçok kültürde tufan efsanesi yer alır. Jeolojik ve fosil bulgulara göre dünyanın en az bir dönemde sular altında kaldığı kabul edilmektedir.
Bağdat’ın 160 km güneyindeki Nippur kasabası yakınlarında 60 bin tabletten oluşan bir Sümer kitaplığı tabletleri bulunmuştur. Burası Dicle kıyısındaki Asur başkenti Ninova’dır ve burada bulunan Asur tabletlerindeki Gılgameş Destanında tufan olayı kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi ONLARDAN ÇOK ÖNCE anlatılmakta olup ancak Nuh’un Gemisinin konduğu dağın hangisi olduğu belirtilmemektedir.
Kimilerine göre M.Ö. 4500’lerde olduğu tahmin edilen Gılgameş Destanı‘ndaki tufanın daha eski zamanlardan günümüze gelmiş olması muhtemeldir.
Gılgameş Destanı’na Göre
Gılgameş destanında Hz. Nuh pozisyonunda olan kahraman ise Sümer bilgesi Utnapiştim‘dir. Tanrılar Utnapiştim’i uyarmışlar ve kadınları, çocukları, yakınlarını ve her işten ustaları gelecek olan büyük tufandan koruması için bir gemi yapmasını emretmişlerdi. Şiddetli, fırtınanın ve getirdiği karanlığın, yükselen suların yarattığı panikle gemiye binemeyenlerin düştüğü umutsuzluğun anlatılması bugün bile hayranlık uyandıracak ölçüde güçlüdür. Üstelik aynı Nuh’un gemisi anlatımında olduğu gibi, yolculuğun sonunda bir karga ve bir güvercin yollanmış, sular alçalmaya başlayınca da gemi Nisir dağının tepesine oturmuştur. Nisir sözcük anlamı itibariyle de “kurtuluş, selamet” anlamına gelmektedi ama bu ismin belli bir dağın adı olmadığı düşünülmektedir.
Gılgamış Destanı ile Tevrat arasındaki paralellik ve benzerlik, hiçbir bilginin karşı koyamayacağı ölçüde açıktır. Bu paralelliğin en ilginç yönü ise; destanla Tevrat’ın uğraştığı tanrıların ve kehanetlerin ayrı ayrı olmasıdır. Tevrat’ta anlatılan Tufan’ın destandakinin bir kopyası olduğunu düşünürsek, Utnapiştim’in olayı kendi ağzından anlatması ve Gılgamış Destanı’nda Tufan’a tanıklık etmiş ve aslında onu gözleriyle görmüş bir kişinin gerçekten var olabileceğini ortaya koyar. Aslında binlerce yıl önce doğuda müthiş bir tufan olduğu kesin olarak anlaşılmıştır.
Peki öyle ise;
- Nuh’un Gemisi tufandan sonra nereye oturmuştur?
- Geminin kalıntıları varsa nerededir?
Kur’an-ı Kerim’e Göre
“Ey yer, suyunu çek ve ey gök sen de tut denildi. Böylece su çekildi, iş bitirildi, (gemi) Cudi’nin üzerine oturdu” Hud 44.
Cudi Arapça’da “yüksek dağ” anlamına gelmekte olup Kur’an’da herhangi bir dağa, ya da tepeye gönderme yapılmış olabilir. Kur’an- Kerim tefsirlerinde ise Cudi’nin Musul’a yakın bir yerde olduğundan bahsedilir. Zemahşeri, Keşşaf, Celaleyn, Beydavi ve daha bir çok tefsirlerde Cudi’nin Cezire’de mübarek ve kutsal bir dağ olduğunun belirtildiği iddia ediliyor. Arapça yazılmış Al-Muncit Lûgat kitabında Cudi, Cizre şehrinin (bugünkü Cizre ilçesi) kuzey doğusunda Cizre’ye 45 km mesafede bir dağ olarak belirtilir. Bahsedilen dağ, bugün Cizre sınırları içinde bulunan, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Şırnak ili sınırları içine düşmektedir.
Şırnak ismi, zaten “Şehr-i Nuh” anlamında çok eski bir isimdir. Aslında burada yani Cudi Dağı’nın eteğinde ismi “seksenler” anlamına gelen Heştan Köyü bulunmaktadır. Heştan köyünün Hz. Nuh tarafından kurulduğuna inanılır ve hatta köyün ismi Nuh’un Gemisi’nde olduğuna inanılan seksen kişiye atfen böyle bir isimle anılmaktadır. Silopi ve Cizre ilçesinde ve köylerinde yaşayan bölge halkı birlikte her yıl yaz aylarında Cudi dağına ziyaretler düzenler ve çeşitli etkinlikler yaparlar.
Tevrat’a Göre
“Ve gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde, Ararat dağları üzerine oturdu” Yaratılış 8:4
Ancak burada şöyle bir ayrım var. Eski yazıdan günümüze Ararat Dağları olarak geçirilen kelimenin aslının yazılışı ” r r t” dir. Ünlü (sesli) harfler orijinal metinde yer almaz ve okunurken ya da günümüz dillerine çevrisi yapılırken konulur. Bu da çeviri de Ararat olarak yapılmıştır. Oysaki; bu kelime Urartu olarak da çevrilebilirdi. Gerçekte ise Tevrat’ta Urartu, Ararat olarak geçer. Yani Tevrat’taki Ararat sözcüğü “Ararat Diyarı” anlamında kullanılmaktadır. Günümüzün Ağrı Dağı İncil’deki yanlış ünlüleştirmeden ötürü, Urartu adın “r r t” ünsüzleriyle yazılması sonucu “Ararat” adını almıştır. Demek ki gemi aslında Urartu Diyarı’nda bir yere oturmuştur.
Peki neresidir bu Urartu?
Urartu Devleti’nin sınırlarını, batıda Karasu-Fırat, kuzeyde Kuzey Ermenistan dağları, doğuda Güney Azerbaycan’daki Savalan Dağları, güneyde ise Zagros Dağları’yla birleşen Doğu Torosların dış kenarı oluşturur. Urartu devletinin başkenti bugünkü ilimiz Van’dır. Urartu Devletinin sınırlarında Ağrı Dağı bulunur. Ağrı Dağı’na yabancılar Ararat derler ve Ararat ise daha önce yazdığım gibi Urartu anlamına gelmektedir.
Bütün bu bilgiler ışığında, geminin asıl yeriyle ilgili olarak çok farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunlar;
- Cudi Dağı’nda Güney Doğu Anadolu bölgesinde yani Cizre-Şırnak arasındadır – Boylamı: 42.5 Enlemi: 37.38
- Ağrı Dağındadır
- Güney Doğu Anadolu’da Harran ovasındadır
- Urfa yakınlarındadır – Boylamı: 38.85 Enlemi: 36.959
- Durupınar tepesindedir
- Ağrı dağında Cudi adı verilen bir zirvededir
- Suudi Arabistan’daki El Judy (Cudi) Dağındadır
- Nahçıvan’da Gemikaya (Haça) Dağındadır
Şimdi bunlardan birkaçını başlıklar halinde inceleyelim.
Durupınar Tepesi
Bu seçeneklerden birisi olan ve ülkemiz sınırları içerisinde kalan Durupınar tepesinde araştırmalar da yapılmıştır. Bu tepe adını harita mühendisi Yüzbaşı İlhan Durupınar’dan alır. İlhan Durupınar 1959 yılında Harita Genel Müdürlüğünde hava fotoğraflarını incelerken Nuh’un Gemisi’nin kalıntısına benzeyen 135m uzunluğunda 50m genişliğinde ve yaklaşık 6m derinliğe sahip bir oluşum görmüştür.
Ara Güler de 1960 yılında bir tepeye çıkıp (yukarıda gördüğünüz) bu yerin fotoğrafını çekmişti. Güler bunu şöyle anlatıyor:
Bir gün Hayat Dergisi‘ne Yüzbaşı Durupınar geldi. Askeri haritalar için uçakla fotoğraf çekerken Ağrı Dağı civarında tıpkı bir gemiye benzer bir çukur görmüşler. Fotoğrafa baktım, gerçekten çok benziyor. Hemen Erzurum’a gittim, 3. Ordu Komutanı rahmetli Gümüşpala’ya “Paşam dedim. Bu, çok müthiş bir şey. Bu fotoğrafı ben çekeyim, dünyaya yayalım.” Paşa, bana bir uçak verdi, elimdeki fotoğraf ve haritaya göre yerini bulduk. Uçaktan bakınca, gerçekten sanki Nuh’un gemisinin kalıbı çıkmış, öyle bir çukur. Sular çekilince gemi çamura oturmuş, sonra da tahta olduğundan çürüyüp gitmiş, çukur öylece donup kalmış.
Yalnız daha sonra 1986 yılında, “Jeomorfoloji Dergisi”nde Yılmaz Güner imzasıyla yayımlanan bir makalede ise; bir gemiye çok benzetilen sözkonusu kabartının, jeolojide “yer akması” (earthflow) adıyla anılan ve aslında buzulların kaymasıyla ortaya çıkmış ve son derece doğal bir oluşum olduğu öne sürülmüştü. Dolayısıyla buna göre Nuh’un Gemisi’nin Durupınar tepesinde olması ihtimali de ortadan kalkmıştı.
Nisir Dağı
Gılgamış destanında ise tufanın sona erişi şu şekilde anlatılmaktadır: “Bunun üzerine anbar kapağını açınca yüzüme bir ışık düştü. Diz çöküp oturdum ve ağladım. Gözyaşlarım burnumun kanatlarından akıyordu. Sonra ufuklara bakarak denizin kıyısını aradım. Her yana on iki kez on iki defa bakınca denizden bir ada yükseldi. Sonunda gemi Nıssır dağına oturdu.”
Bu bir yöredeki dağın ismi değildir. Burada anlatılmak istenen geminin suların çekilmesiyle birlikte deniz yüzeyinden yüksekte kalan bir bölgede karaya oturduğudur. Bu bir kurtuluş ifadesidir. Zaten yukarıda yazdığım gibi Nisir sözcük anlamı itibariyle de “kurtuluş, selamet” anlamına gelmektedir demiştim.
Cudi Dağı
İlk seçenek olan Cudi Dağı ise daha güçlü bir seçenek olarak karşımızda duruyordu.
Tevrat’a göre geminin 40 gün 40 gece süren yolculuğu sonrasında Nuh’un karaya gönderdiği kuşun, ağzında bir zeytin dalıyla geri dönmesi de Cudi görüşünü oldukça destekliyor. Çünkü Ağrı Dağı’nda hiç zeytin ağacı yok zaten o yükseklikte olması da çok mümkün değil. Oysa Cudi Dağı’nın güney kesimleri zeytinliklerle dolu. Ayrıca uzmanlara göre gerek yükseklik gerekse konum açısından Cudi Dağı geminin karaya oturması daha elverişli. Cudi dağının yüksekliği 2090m iken Ağrı dağı ise 5165m’dir. Bu yükseklik su altında kaldıysa eğer; demekti ki neredeyse tüm dünya su altında kalmıştır. Öyleyse bu olaydan sonra sadece Nuh’un gemisindekiler yeryüzündeki tüm canlıları yeniden türetmiş olacaklardır. Ama bildiğimiz kadarıyla Nuh Tufanı yöresel bir cezalandırmadır. Halbuki gemi Ağrı dağına oturmuş olsaydı tufan küresel bir cezalandırma haline dönüşürdü. Demek ki aslında gemi Ağrı Dağı zirvesine oturmamıştır.
1953 yılında Alman Jeolog Friedrich Bender’in Cudi tepesinde 1m derinlikte bulduğu katranlı bir tahtanın yaşı 1971 de yapılan karbon deneyiyle 6500 yıl olarak bulunmuştu. Eğer bu parça gerçekten tufandan kalma ise tufan MÖ 4530’da olmuştur demek gerekir. Bu da maksimum 300 yıllık hata payıyla Irak’ta yapılan kazı kalınlıklarına göre tufan yılı olarak tahmin edilen MÖ 4250 yılına denk düşmektedir.
Cudi Dağı, Tufan’ın geçtiği Gılgameş destanının yaşandığı Mezopotamya’ya Ağrı dağından çok daha yakındır.
Ağrı Dağı’nın tepesi buzul kaplı ve dolayısıyla oksijeni çok az olan bir ortamdır. Gemiden sağ çıkanlar için yaşam çok da uygun bir yaşam alanı değildir.
On ikinci yüzyılın sonunda ve onüçüncü yüzyılın başında yaşamış olan coğrafyacı, seyyah Yakut el-Hamevi, bu konuda Arapça’ya çevrilen bir Tevrat metnini kaydetmiştir:
“Yağmur suyu yeryüzünde 150 gün kaldı. Gemi, tufanın 7. ayının 17. gününde Cudi’ye oturdu. Nuh’un ömrü 601 yılına varınca 1. ayın 1. gününde su yeryüzünde azalmaya başladı. 2. ayın 27. gününde de yer kurudu. Nuh ve beraberindekiler gemiden çıktılar. Nuh bir mescit ve Allah için kurban yeri yaptı ve kurban takdim etti”
M. Strech İslâm Ansiklopedisi Cudi Dağı maddesi
Yakut’un vefat tarihi miladi 1229’dur. Demek ki miladi onüçüncü yüzyıla kadar geminin Cudi’ye oturduğunu söyleyen bir Tevrat nüshası vardı. İslâm Ansiklopedisi’nin yazdığına göre onuncu yüzyıla kadar birçok Ermeni yazarın ve daha başkalarının da eserleri, aslında Ararat’ın tufanla ilgisi olmadığını gösterir. Eski Tevrat tefsirine göre geminin, Cudi yahut Hıristiyan yazarlarına göre Gordyene, (Süryanice Fardu, Ermenice Kordukh) denilen dağlara oturduğu kabul ediliyordu. Geminin Cudi (Kardu veya Kordukh) üzerine oturduğu, Tevrat’ın Arami dilindeki tefsirinde de (Targumlar) görülmektedir.
17. yüzyıl Çağatayca’sının parlak temsilcisi, Ebu’l Gazi Bahadır Han‘ın 1660 yılında tamamladığı Şecere-i Terakime adlı eser”inde Hz. Nuh’un oğulları anlatılmaktadır.
“Yerden su çıktı gökten yağmur yağdı, yeryüzündeki canlıları hepsi gark oldu. Nuh Peygamber, üç oğlu ve iman getiren seksen kişi ile gemiye bindi. Bir nice aydan sonra yer, Tanrı Teâlâ emri ile, suyu kendisine çekti. Gemi, Musul denilen şehrin çok yakınında Cûdi denilen dağdan çıktı.”
SONUÇ
Kur’an-ı Kerim’in yanlış olduğunu, Tevrat ve Eski Ahit’li İncil’in doğru olduğunu kanıtlamak için Ağrı Dağı’nda GÜYA yapılan sayısız araştırmalardan sonuç alınamamıştır. Arada sırada “tahtalar bulduk, bunları götürüp inceleyeceğiz” diyenler olmuş, onlardan da ne bir ses, ne de düzgün bir kanıt çıkmıştır. Ama maalesef propagandalarında başarılı olmuşlardır. Onların sayesinde ülkemizde bile neredeyse herkes Nuh’un Gemisi’nin Ağrı Dağında olduğuna inanır olmuştur.
Yukarıda yazdığım gibi Kur’an-ı Kerim’de geçen Cudi kelimesi ille de bugünkü Cudi Dağı olmayabilir. Yüksek bir dağ, tepe olabilir. Ama Ağrı Dağı’nın tepesi de, eteği de olamaz. Nuh’un gemisinin konduğu yer artık Ağrı dağı değil Cudi Dağı da dahil olmak üzere başka yörelerde de nisbeten daha düşük yüksekliklerde Mezopotamya ve Güney Doğu Anadoluda aranmalıdır. Tabii ki de bu kalıntılar binlerce yıldır bir yerlerde bulunmak için bekliyorsa…