Osmanlı’da işkence ilk kez II. Bayezit döneminde bir kanunname ile resmiyet kazanmıştı. Bundan sonra Tanzimat fermanı ile işkencenin kalkacağı süreye kadar 300 seneden fazla yürürlükte kalmış ve uygulanmıştır. Kanunnamede işkencenin hangi durumlarda kime ve nasıl uygulanacağı detaylı olarak belirtilmiştir.
İşkence görevi cellatlara verilmişti. Cellat kelimesinin kökeni Arapça CLD den türetilen Celde olarak da açıklanan kırbaçlamaktan gelir. Cellatlar sağır ve dilsizlerden seçilirdi. Sağır olma şartı vardı eğer konuşabiliyorlarsa dilleri kesilmek suretiyle konuşmaları engellenirdi. Görevlerini uygulamaları esnasında feryatları duymamaları ve olayları aktarmamaları gerektiği için böylesi gerekiyordu. Bu yüzden işaret diliyle anlaşırlardı.
Özel bir kıyafetleri yoktu ama mesleki donanımlarını ve aletlerini sürekli yanlarında taşırlardı. Cellatlar idam ettikleri kişilerin cesetlerini akrabalarına satarlardı. Eğer karşılığında bedel alamıyorsa idam edilen şahsın üstündeki eşyalar ve buluntular cellada ait olurdu. Cellat istediği şekilde cesetten kurtulma hakkına sahipti. Eğer suçlu bir devlet görevlisi ise üç gün bekletildikten sonra ona son durumu celladın getirdiği şerbet ile bildirilirdi. Şerbet bardağı beyaz ise affedildiği, kırmızı ise cezasının idam olduğu belli olurdu. Bir cellat öldüğünde isimsiz mezarlara gömülürlerdi. Kimse o mezarda bir celladın yattığını bilmemeliydi çünkü bilenler lanet okuyup zarar verebilirlerdi.
Yapılan işin özelliğine göre belli bir acımasızlık ve duygusuzluk gerektirdiği için buna uygun özel insanlar görevlendiriliyordu. Uygulanan işkence metotları şöyleydi;
Çengel: Suçlu kuyruk sokumundan, ensesinden veya sırtından çengele asılarak hemen gelmeyen ölümün acısını yaşamasını sağlarlardı. Bu işkence eşkıya ve korsanlara uygulanırdı.
Çarmıh: Yine eşkıya ve casuslara uygulanan acı veren bir işkence türüydü. Yüzükoyun çarmıha bağlanan suçlunun omuz ve kaba etlerinde bıçakla delikler açılır, bu deliklere iri yağ mumları sokulur ve yakılırdı. Şehirde dolaştırılırken eğer ölmezse akşam asılarak idam edilirdi.
Kazık: Yol kesenlere, eşkıyalara ve korsanlara uygulanan bir işkence türü de kazığa oturtmaktı. Mahkumun elleri ve ayakları bağlanarak bilek kalınlığında yağlı kazığa oturtulurdu. Omuzlarına yağ mumları dikilerek şehirde dolaştırılırdı.
Sıcak Sac: Suçlunun kafası kesilerek sıcak saca bastırılır ve bir kenarda duran bedeni görebileceği şekilde gösterilirdi. Kesilen başın bir süre daha canlı kaldığı düşünülerek yapılan bu uygulamada canlı kalma süresinin biraz daha uzadığı varsayılıyordu.
Deri Yüzme: Bu tip işkence öldürmek amacıyla değil suçluyu konuşturmak amacıyla kullanılırdı. Suçlu adayının ayak tabanlarının derisi yüzülür ve tuz basılırdı. Daha sonra keçiye yalatılarak konuşması sağlanırdı. Buna rağmen konuşmazsa o zaman demir keselerle tüm vücudu keselenir, açılan ve kanayan yaralara yine tuz basılır ve öylece bekletilirdi. Buna rağmen konuşmayanlar da olabiliyordu.
Ezme: En korkunç cezalardan biriydi ezme. Genellikle eller veya ayaklar ya da dizler gibi eklem yerleri tokmaklarla jöle kıvamına gelene kadar dövülürdü. Suçun ağırlığına göre farklı yöntemler de uygulandığı olmuştur. Özellikle din adamlarının işledikleri büyük suçlarda kafaları dibekte ezilerek cezalandırılırdı. Büyük mermerden yapılan dibeler Topkapı Sarayında avluda dururdu. Cellatlar suçlunun kafasını kabın içinde koyduktan sonra büyük tokmaklarla macun haline getirene kadar döverlerdi. Din adamlarının kanunu ve günah kavramını bildikleri halde suç işlemeleri halinde onlara bu ceza uygulanırdı.
Keçeye Sarmak: Bu ceza uygulaması eski Türklerden gelen bir yöntemdi. Genellikle de hanedandan yani han soyundan olan kişilere uygulanırdı. Han, hakan soyu kutsal kabul edildiği için kanının toprağa değmemesi gerekiyordu. Cezalandırılacak kişi halı, kilim veya keçeye sarılarak bir meydana getirilir ve üzerinden binlerce atlı geçerek cezalandırılırdı. Sarılmış durumda olan kişinin tüm kemikleri kırılmış ama akan kanı örtüsüne bulaştığı için yere değmemiştir.
Boğmak: Osmanlı da hanedan aile üyelerine en çok uygulanan yöntemdir. Yağlı kement veya kiriş yayı kullanılırdı. Hanedandan olmayıp idari kadroda görevli olan ve siyasi suçlu statüsünde olan kişiler boğulduktan sonra özel usturalarla kafaları kesilir ve mezar taşının üzerine ibret olsun diye konurdu.
Kafa Kesmek: Saray görevlileri, ordu komutanları veya diğer rütbeli memurlar ile askerlere uygulanan yöntemdi. Cellat balta veya kılıçla suçlunun kafasını keserek cezalandırırdı. Ceset bir süre halka asılarak ibret olsun diye gösterilirdi. Eğer suçlu suçunu bir mahallede veya bölgede işlemişse ceset orada teşhir edilirdi.
Erimiş Kurşun Dökmek: Savaş zamanlarında özellikle casuslara uygulanan yöntemlerden biriydi. Kulağından ya da ağzından sokulan bir huni ile eriyik haldeki kurşun akıtılarak iç organların parçalanması sağlanırdı.
Bunlardan başka diş ve tırnak sökme, kulak kesme veya kulaktan duvara çivileme, hadım etme, gözlere mil çekme, kol ve ayakların çapraz kesilmesi gibi uygulamalar sıradandı. Bir de en hafif ceza Falaka’yı unutmamak gerek.